“İnsan ne diline ne de ırkına aittir: İnsan sadece kendine aittir.
Çünkü o özgür bir varlıktır, ahlaki bir varlıktır.”
Ernest Renan

Benedict Anderson veya daha eskilere gidersek Ernest Renan gibi önemli isimleri okurken hep şunu düşünürdüm, Bu ulus denen şey yaratılan bir olgu ise eğer bunu sıkı sıkıya benimsememiz kimin çıkarına ? Evet, ulus denen şey yaratılan bir olguydu. Hem de şurasında hepi topu 150 senelik bir olgu. Yaratan kapitalizm, aracısı ise matbaa, yani resmi devlet dilleri aracılığı ile ortak dil. Tek tipleşme ise kapitalizm şeytanının elindeki en büyük kozlardan biri... Ulus, kendinin her zaman en köklü ve en özel olduğunu işler benliğine. Benliğine işler ama benliği aslında nedir? Kapitalizm ve ulus devlet canavarından önce çok kültürlü ve farklı etno-dinsel çeşitliliği bir arada bulunduran toplumlar, daha sonra kendini sınırlara bölerek böldüğü sınırdan dışarıya kendi kültür paydaşlarını çıkardı. İçtimai meselemizde de durum böyle olmuştur. Cumhuriyete geçiş, dönemin popüler canavarı ulus-devlet ve milliyetçilik akımından bizatihi etkilenmiştir. Ancak bizim asıl eleştirmemiz gereken, dönemin yanlışlarından çok dönemin sonrasında sürdürülen ayrışmadır. Çünkü geçmişi yok sayma ve yeni bir mitos yaratma işi sadece bize özgü değildir. kaldı ki dönemin furyasında avrupa, dikdatörlüklerin ve faşist devletlerin etkisi altındaydı. Fransa başta olmak üzere Sovyet devrimleri de aynı işlevle hareket etmiştir. Vatandaşına saf bir tarih yaratmak istteyen cumhuriyet de tek tip vatandaş yaratma furyasına uymuştur. Baskın Oran hocanın da belirttiği gibi bizde yaratılan tek tip, yani beyaz türk (Lahasümüt) laik olmak şartıyla sunni türk kimliğidir. Bu kimlik dışında kalanlar ise bu kimliğe evrilmek kaydıyla eşit olabiliyorlardı. Yani kendileri olarak barınabilecekleri bir yapı mümkün kılınmamıştı.
Yukarıda da söz ettiğim gibi asıl eleştirmemiz gerek bu yapıyı oluşturanlardan daha çok bu yapının sürmesini sağlayan sistemdir. Bu sistemdir ki gerek eğitim sistemiyle, gerek ise askeri vesayet aracılığıyla sistemin devamını sağlamak için hazır olda bekleyen müesses nizam orduları ile korundu. Bu ordular yıllarca halka çok kültürlülüğün veya farklı etno-dinsel kimliklerin devlet için tehlikeli olduğunu aşılamaya gayret ettiler. Belli dönemler aracılığıyla da bir düşman yaratarak bunun korunmasını sağlamaya çalıştılar. Kimdi bu düşman? Bazen komünist, bazen gerici, bazen anarşist… Yani asıl mesele 1920’lerin 1930’ların türkiyesi ile hesaplaşmaktan çok bu sistemin devamını sağlayanlar ile olmalı. Neden hala bir kürt vatandaşın cumhurbaşkanı bile olabileceği ama asla kürt olamayacağı gerçeğini aşamıyoruz? Geçmişte çok kültürlü ve çok etnik yapılı yaşadığımız toplumda neden hala bunun mümkün olamayacağı öğretileriyle yaşamak zorunayız? Öyle ki bu hayali kurulan ulus-devletlere olmayan geçmiş yaratıp. Bu geçmişi benimseme furyasına ayak uydurmayı ne zaman bırakacağız? Resmi tarih olguları seçerek ayıklar ve kendi işine yarayanı aktarır. Cumhuriyet tarihçileri de geçmişten bahsederken Osmanlıdaki çoğulcu topluma değinmeden, yalnızca entelektüel yaşamın türk ve sunni unsurlarını süzgeçten geçirir gibi ayıklar ve diğerlerini süzgeçte bırakır. Bizim ise yalnızca süzgeçten geçenlere değil, süzgecin içindekileri görmeye de ihtiyacımız var.
Comments