Türkiyede Sol algısı üzerine bir yazı yazma ihtiyacını, özellikle 31 mart yerel seçimleri sonrasında net bir biçimde hissetmiştim. Peki neydi beni bu yazıya iten? Öncelikle toplumda pek çok kavram gibi Sol kavramı da gelişigüzel şekilde harcanıyor. Görece modern giyimli seküler bir insan gördüğümüzde ‘Sol’ imajını hemen yapıştırıveriyoruz. 31 Mart yerel seçimlerinde de toplum nezdinde yine tırnak içine alacağım ‘Sol’ diye adlandırılan CHP’nin özellikle iç anadoludaki başarısı azımsanmayacak kesim tarafından ‘Sol’un zaferi’ diye adlandırıldı. Oysa etnik düşmanlık yapan, yerine göre faşist söylemlerde bulunan, işçi ve emekçi dayanışması neredeyse hiç umrunda olmayan belediyelerin zaferi, neden sırf CHP belediyesi diye ‘Sol zaferi’ olarak adlandırıldı? Bunun cevabı aslında basit olmak ile beraber altyapısı bir o kadar karmaşıktır. Keza bu yazının ana amacı spesifik olarak bu soruya cevap vermek de değildir. Türkiyedeki Marksist-Sosyalizm’in zayıflığı yüzünden ortaya çıkmış bir yanılgıyı kendimce anlatmaya çalışmak...
Öncelikle ‘Sol’un kendi halinde bile bulanık bir kavram olduğunu dile getirmekte yarar var. Örneğin Sol kavramının ortaya çıkışı Fransa ihtilali sonrası kurulan meclisin oturma düzenine dayanır. Parlamento’nun sağında oturanlar Ancien Regime (eski rejim-eski sistem) savunucuları, solunda oturanlar ise ihtilalci ve değişimci (kabaca jakoben görüş) düşünce savunucularıydı. Ancak jakoben sol ile, Marksist-Sosyalist sol kavramından aynı çatı altında bahsetmenin pek mümkün olduğunu düşünmemekteyim.Çünkü o tarihlerde henüz Sosyalizm kavramı oluşmamıştır. Nitekim 1848 ile modern anlamda oluşan (Marksist düşünce sözlüğü, sol) , Marx ve Engels’in sistemleştirmeye başladığı Sosyalist teori, Türkiye’de genellikle jakoben anlayışın sırtında yürütülmeye çalışıldı. Marksist düşünce özünde, işçi hareketleri ve sınıfsal dayanışmadan hareket ederek kendi alanını oluşturur. Ancak jakoben düşünce tepeden inmeci, halk için halka rağmen anlayışıyla bir ilerlemecilik furyasıdır. Yani özünde halktan kopuk olmuştur. Türkiyede ise Marksist-Sosyalist sol, oluşması ve gelişmesi bakımından işçi sorunlarıyla ilgilenmemiş, 2.Enternasyonalizm ve Bolşevizm ile partileşerek yerleşmiş bir anlayış olmuştur. Cumhuriyet ise burjuvazinin belli başlı gerekliliklerini kemalizm ideolojisi ile sağlamaya çalışmıştır. Sol ise tam bu noktada Kemalizm ile daima flört eder vaziyette olmuştur. Aslında bu flört sadece sol için geçerlidir dersek de haksızlık etmiş oluruz. Nitekim Türkiyede siyasi düşüncelerin ana hatlarını daima Kemalizm belirlemiştir. Bu noktada parantez açmak istiyorum. Bu yazının ana ekseni Kemalizm eleştirisi saplantısına kapılmak değildir. Bunu bir saplantı olarak ele alıyorum çünkü resmi tarihle hesaplaşmak ve sorgulamanın nihai hedefi, bu toplumu, bu ülkeyi anlamak ve doğru analiz etmek olmalıdır. Bir ‘Anti’ söylemi üzerinden siyaset veyahut fikir üretmek, sığ bir gölde yeni ufuklara yelken açmak gibidir. Bizim o sığ gölün artılarını ve eksilerini öğrenip, ona göre daha sağlıklı bir şekilde yeni denizlere yelken açmaya ihtiyacımız var. Bu küçük paranteze değindikten sonra asıl konumuza dönelim. Türkiyede Sol ve Kemalizm flörtünün ana besini ilericilik olmuştur. Bu ilericilik saplantısı, Türkiyedeki Sol’u jakobenizm batağından uzun süre kurtaramamıştır. Burdaki hatanın temelinin, Sol anlayışın isteyerek ya da istemeyerek avrupamerkezci bir aydınlanma tutkusundan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu tutkuyu ise Osmanlı toplum yapısını anlamamak, dolaylı olarak ise halkın gelenekleri ve birlikte yaşama pratikleri ile bağ kurmayarak sürdürdüklerine inanıyorum. Öyle ki üçüncü dünya ülkelerinde tanımlanan toplumlardaki Sosyalist yaklaşımın birincisi: Feodalizmin hala tasfiye edlimediği, yani burjuvazinin kendi görevlerini tamamlamadığı için Sosyalistlerin burjuva demokratlarını desteklemesi gerektiği (yani Kemalist kadrolar ile işbirliği). İkincisi ise emperyalizm çağında burjuvanın kendi görevini yerine getirememesi ve burjuva devrimi görevinin sosyalistler tarafından üstlenmes( orhan koçak, sol,iletişim yay.) Bu düzlemde Burjuva devrimi olarak Cumhuriyet devriminden söz edersek Sosyalist Sol’un Kemalizm ile flörtünü aşağı yukarı anlayabiliriz. Fakat bu düşüncenin Türkiye üzerinde doğru bir tespit olmadığını söylersek yanılmayız. Burda da imdadımıza ATÜT tartışmaları çıkıyor( Asya Tipi Üretim Tarzı) Osmanlı Feodal miydi? Yoksa asyaya özgü kendi toprak, üretim ve sınıfsal sistemi içinde Feodalizme çok bulaşmamış mıydı? İşte Sol’un içerisinde bu tartışmada Osmanlı toplumsal yapısını Feodalizm diye nitelendiren Sol, yeterli tespiti yapamayarak ilerlemecilik ve burjuva-jakoben anlayışın gölgesinde yaşamını sürdürmüştür.
Sol’un özünü Marksist-Sosyalist olarak nitelendirirsek, en büyük besin kaynağı işçi sınıfı, dayanışma ve çoğulculuktur. Çünkü Enternasyonalizmi özümseyememiş bir Sol, Sol olma vasfını yitirmeye mahkümdur. Bunları özümseyememesinde ise milliyetçilik furyasına ayak uydurması etkili olmuştur. Türkiyede Sol, resmi tarihin anti emperyalist ve ilericilik söylemlerine göre düşünce üretmiş ve kendi özünü oluşturamamıştır. Cumhuriyetin bir aydınlanma devrimi olduğu düşüncesi de Sol’u pozitivist ve halktan kopuk bir hale büründürmüştür (fikret başkaya, sol, iletişim yay.) İlerleme ve Avrupalılaşmak ne olursa olsun iyidir anlayışı 20.yy başları ile birlikte Sol’u etkisi altına alır. Bu İlerleme saplantısı Marx’ta bile görülür (Ahmet insel, türkiye toplumunun bunalımı) İlerleme elbette kötü bir şey değildir. Ancak ilerlemeyi yalnızca batılılaşma olarak algılayıp, burjuva ideolojisini yani halka tepeden bakan yapıyı sorgusuz desteklemek Türkiyedeki Sol algısının farklı olmasındaki temel eksen olmuştur. Marksist-Sosyalist Sol’un pozitivizm ve sosyal darwinizm saplantısından kurtulamamsı, ilerlemecilik kisvesi altında yıllarca çoğulcu toplum pratiğinin özümsenememesini doğurmuşutur. Bu da Türkiyedeki Sol’u Jakoben-Burjuva anlayıştan koparamamıştır. Sekülerlik ile Sol’un özdeşleştirilmesi de tam bu yüzdendir. Çoğulcu toplum istiyorsak, toplumun içinde her zaman karşı çıkacağımız dinamikler de olacaktır. Sol’un işlevi ise bu dinamikleri daima aktif tutmak ve fay hatlarını bunun üzerine belirlemek olmalıdır. O yüzen sormakta ve ayırmakta yarar var. Hangi Sol? Jakoben zihniyet mi, Marksist-Sosyalist Sol mu?
Türkiyedeki Sosyalist-Marksist anlayışın en önemli yanılgılarından biri, işçi sınıfı ile dayanışma, yoksul halkın çilesini paylaşma ve çoğulcu toplum yapısı oluşturma gayesi değil, bir geri kalmışlık hissiyatı ile moderniteyi kovalamak olmuştur. (Berktay, batı,sol, türkiye) Bu nedenle de ilerlemecilik-batılılaşma anlayışı ile birinci müttefikini burjuva ile sağlamıştır. Oysa önce ilerleme nedir? Batılılaşma nedir? Kim medeni kim değil? Bizim geçmişimiz feodal ve gerici midir? Gibi soruları sorup sosyolojik olarak resmi ideoloji anlatısından bir müddet çıkıp sorgulama yapmak gerekir. Kemal Tahir, İdris küçükömer gibi düşünürlerin dile getirdiği ana mesele budur. Geleneği ve değerleri ile az da olsa bağ kurmadan gelecek inşaa etmenin zararlarına değinmişlerdir. Ancak bizdeki sol bu değerleri her zaman gerici görmüştür. Sol, kendi içinde Bolşevizm ve Stalinizm pratikleri ile hesap görmedikçe, Türkiyede ise resmi ideolojinin buyurdukları ile hesaplaşamadıkça, çoğulcu perspektiften bakma işlevini yitirip pozitivist saplantıya düşmüştür. Ne zaman ki bunları eleştirmeye başladıysa o zaman özünü bulabilmiştir. Ancak toplumdaki bu Sol algısının oluşmasındaki temel eksen de Türkiyedeki Sol’un bu çalkantılı ve flört halindeki işlevi olmuştur. Jakoben anlayış ile kendi özünü ayırt edemeyen sol, toplum algısında milliyetçi, pozitivist, seküler imajı içine hapsolmaktan kurtulamayacaktır.
KAYNAKÇA
Berktay, Halil. Batı Sol Türkiye, Kopernik yay. 2018. İstanbul
İnsel, Ahmet. Türkiye Toplumunun Bunalımı, Birikim yay. 2005 , İstanbul
Modern Türkiye’de Siyasi düşünce ‘Sol’. İletişim yay. 2020. İstanbul
Modern Türkiye’de Siyasi düşünce ‘Kemalizm’. İletişim yay. 2018, İstanbul
Tunçay, Mete, Eleştirel Tarih Yazıları, liberte yay. 2018. İstanbul
Comentários